21 Mart 2015 Cumartesi

Sıcaklık mutlak sıfıra yaklaştıkça bütün hareketler sıfıra yaklaşır


Üçüncü kanunu



Bu yasa neden bir maddeyi mutlak sıfıra kadar soğutmanın imkânsız olduğunu belirtir:
Sıcaklık mutlak sıfıra yaklaştıkça bütün hareketler sıfıra yaklaşır.
Sıcaklık mutlak sıfıra yaklaştıkça, bir sistemin entropisi bir sabite yaklaşır. Bu sayının sıfır değil de bir sabit olmasının sebebi, bütün hareketler durmasına ve buna bağlı olan belirsizliklerin yok olmasına rağmen kristal olmayan maddelerin moleküler dizilimlerinin farklı olmasından kaynaklanan bir belirsizliğin hala mevcut olmasıdır. Ayrıca üçüncü yasa sayesinde maddelerin mutlak sıfırdaki entropileri referans alınmak üzere kimyasal tepkimelerin incelenmesinde çok yararlı olan mutlak entropi tanımlanabilir.
Bu yasalardan birini ihlal eden makinalara o yasanın numarası türünden (örneğin, yoktan enerji yaratıyorsa birinci türden) devridaim makinası (ilginç bir şekilde Türkçede "Con Ahmet Makinası") denir.
Ginsberg'in teoremi: (1) kazanamazsınız, (2) berabere kalamazsınız, ve (3) oyundan çıkamazsınız.
Ya da: (1) çalışmadan bir şey elde edemezsiniz, (2) çalışarak en fazla elde edebileceğiniz şey ancak karsız zararsız olmaktır, ve (3) bunu da ancak mutlak sıfırda elde edebilirsiniz.
Ya da, (1) oyunu ne kazanabilirsiniz ne de oyundan çıkabilirsiniz, (2) çok soğuk olmadığı sürece oyunu berabere bitiremezsiniz, (3) hava o kadar soğumaz.

Gökyüzü, Onu da yükseltti ve mizanı koydu. Sakın mizanda ‘haksızlık ve taşkınlık yapmayın.’ ( Rahman Suresi, 7,8)



25 Haziran 2014 Çarşamba

"Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona pek çok hayır verilmiş demektir." (Bakara: 269)

Aşina Soyundan Bugün Yaşayanlar ve Gökoğuz Derneği

 En son yazılarımızda Gökoğuz Derneğinden bahsetmiştik. Şimdi ise derneğin en can alıcı noktasından bahsedeceğiz. Dernek günümüzde resmi olarak var olmasa da bugün fiili olarak ayakta kaldığını biliyoruz.
 Şuan icra kurulu başkanlığında ve yönetici kadrolarında bulunan kişiler Göktürk Devletinin kurucu soyu Aşina soyundan gelmekte. Herbirinin soyadları farklı da olsa bu kişiler kesinlikle Aşina Sülalesinin günümüzde yaşayan  torunları.
 Kendilerinden gerekli izinler alınamadığı için çok detaylı bilgiler veremiyoruz şu an için. Ancak soyadlarından birkaçı şöyle; Fettahoğulları, Hacıhasanoğulları, Çepni, Çebi, Akgün, Aygün, Alatay, Altay.
 Görüşlerini aldığımız dernek yöneticisi şuan Kırgızistan'da bulunmakta ve bize yaptığı konuşma şöylenme sonlanmıştır;

Maalesef TÜRKİYE dışındaki Türkler esaret altında yaşamak durumunda kalmışlardır. 
 Eminiz ki, önümüzdeki yıllardan itibaren TEVRAT, KUR'AN ve HADİSLER'in işaret buyurduğu TÜRK KAVMİNİN SEÇİLMİŞ OLDUĞU ve DİĞER MİLLETLERİ HUZURA VE REFAHA GÖTÜRMEKLE VAZİFELİ OLDUĞU gerçeği, bir kere daha kendini gösterecektir.


Bütün KAFKASYA, TÜRKİSTAN (ORTAASYA), SİBİRYA, BALKANLAR, ANADOLU ve ORTADOĞU coğrafyasında yaşayan Türkler bir gün elbet buluşacak ve Aşina soyundan gelenlerin önderliğinde Türk Devletini yeniden hakettiği zirveye çıkaracaktır. Bu amaçla ilk yapılacak çalışma dini ve mezhebi ne olursa olsun tüm Türkleri tek çatı altında birleştirerek Turan'ı kurmaktır. İslamiyet dışında kalan Türkler ise elbet bir gün Allah katında tek hak din olan İslam'ın güzelliklerini görecekler ve onu kabul edeceklerdir. 
 Günümüz Ülkücü gençleri işte bu inanç konusunda sabırlı ve daha duyarlı olmak zorundadırlar. 


(Ve öğrendiğimize göre Gagauz Türkü olan 3 Hristiyan ortodoks Türk çok kısa bir sürede İslamı benimsemiştir. Bu başarıdan dolayı da ayrıca kutlarız Aşina Sülalesini ve Gökoğuz Derneğini)

11 Mart 2014 Salı

GÖKOĞUZ DERNEĞİ 2

...TİT veya TİBT ismiyle yakın ilişkileri bulunan derneğin günümüze ulaşan üyelerinim büyük çoğunluğunun yurtdışında olduğu(Kazakistan-Kırgızistan) biliniyor. Türkiye sınırları içerisinde kalan üyelerin şu an bir kısmı ya Ülkü Ocakları içerisinde hareket etmekte ya da münferit olaylarla varlıklarını devam ettirmektedirler. Yeniden farklı bir isimle ancak aynı tüzükle bir dernek kurulması da gündemde.
 Dernek üyeleri Gagauz Türkleri gibi ya da Altay Türkleri gibi Hıristiyan ya da Şamanist değilllerdir. Türkiye nüfusunun %99'unun olduğu gibi Müslümandırlar. Ancak Müslüman olmayı ya da Hıristiyan ya da farklı bir dinin mensubu olmayı ön planda tutmazlar. Önemli olan soyca birliktir. Yani Türk olmaktır. Diğer etnik grupların dernek içerisine girmesine izin verilmez. Hangi inanca sahip olursa olsun Türk soyundan gelenlere kapıları açıktır. İnsanlarımız hangi dine mensup olursa olsun nasıl inanırsa inansın, birleştirici unsur Türklüktür. Diyor dernek tüzüğünde. 
Tüzüğe ulaştığımzda buradan yayınlayacağız. Lakin dernek üyeleri görüşme taleplerimizi sürekli erteliyor. Burada yazılanlar da basından ve ismini vermek istemeyen dernek üyelerinden alınıp derlenmiştir. 

Devam edecek...

7 Şubat 2014 Cuma

GÖKOĞUZ DERNEĞİ

Kimdi bu Gökoğuz Derneği demeden önce Gökoğuz nedir ona bakmak lazım diye düşündüm.

Vikipedi'de şöyle tanımlanmış;

GagavuzlarGagauzlar ya da Gökoğuzlar, bugün Moldova Cumhuriyeti’nde, Gagağuzeli Özerk Devletinde, kuzeydoğu Bulgaristan'da veUkrayna'da ve Yunanistan'da yaşayan, Hıristiyanlık inanışında olan bir Türk halkıdır.[2] Özellikle Trakya'nın yerli halkı olan Müslüman Gacallar'ın da Gagavuzlar'dan geldiğine inanılmaktadır.[3]
Gagavuzların çoğunluğu Ortodoks mezhebine bağlıdır. Ancak Ortodoks olmayan bir kısım Gagavuz da vardır. Ortodoks olmayan Gagavuzlar,Katolik ve SubbotnikAvengelistlerden oluşmaktadır. Subbotnikler domuz eti yemez ve şarap içmezken, bir kısım Ortodoks Gagavuzun da domuz eti yemediği ve ayrıca bir kısmında erkek çocuklarda sünnet gibi etkinliklerin de olduğu bilinmektedir. Ortodokslar komünizm sonrası, diğer eskiSovyet halklarında olduğu gibi, inançlarını daha rahat uygulayabilir hale gelmişlerdir.
Gagavuz çocuklar
Gagavuz sözcüğü dilbilimsel açıdan Gök Oğuz'dan gelmiştir. (Gagavuz/Goakaouz/Gökouz/ İstanbul Türkçesi ile Gökoğuz). Boy kökenleri ile ilgili türlü görüşler bulunuyor ise de, en baskın görüş, Oğuz boyundan olduğudur. Gagavuzlar Ogurlar (Onogur) ve Oğuzlar (Onoguz) olmak üzere, ana iki dala ayrılmış olan Türk boylarından, Onogur Türk boyları yerleşim/yayılım bölgesi içerisinde olup da, (TatarlarKıpçaklarBulgarlar v.d.), Ogur olmayan, Oğuz boylarının alt kümesidir. (Bu duruma sıklıkla rastlanmaktadır. Örneğin, Anadoluya'da Oğuzlar ile birlikte Onogur boyları da gelmiştir). Gagavuzların Balkanlara ve (Aşağı) Ukrayna'ya göç tarihi konusunda ise tarihçiler özellikle 11. yüzyıla odaklaşmaktadırlar. 11. yüzyılda Asya'dan, Balkanlara göçtükleri, Peçeneklerle aynı soydan geldikleri ve Uz (Oğuz) Türklerinden oldukları bilinmektedir. Hıristiyan inanışlı olan Gagauzlar, dış görünüm-çehre ve diyalekt olarak daha ziyade Anadolu'daki Müslüman inanışlı Yörüklere çok benzemektedirler.
Gagavuz Türkçesi, bulundukları bölge nedeniyle, Slav ve Romen dillerinin etkisine maruz kalmakla birlikte, çok büyük ölçüde Türkiye Türkçesineyakındır ve ağız olarak da Balkan Türkçesi ağzına benzer. Yabancı kaynaklarda ise Gagavuzca'nın iki ağızı olduğu ifade edilir biri Gagavuzya'lılara ait gagavuzca diye adlandırılan ağız diğeri ise Türkiye'de Balkan-Rumeli ağızı olarak ifade edilen balkan gagavuzcasıdır bu ağız Makedonya ve Trakya bölgelerinde yaşayan başta Gagavuzlar ve Müslüman Gacallarca ve diğer Türk toplumlarınca kullanılır.[4] kullanılır.. Ancak balkan gagavuzcası ya da balkan türkçesi aynı ağzı belirtmektedirler. Esasen Gagavuzlar, Moldova Cumhuriyeti'nde, Gagouzeli adında özerk bir yönetime sahiptirler. Buradaki Gagavuzların sayısı 200.000 dolaylarındadır. Ve ayrıca, Gagavuzlar,Dobruca (Kuzeydoğu Bulgaristan), Besarabya (Ukrayna) ve dağınık olarak Bulgaristan'ın dağlık bölgelerinde yerleşiklerdir ve de sayıları bilinmemekle birlikte, Yunanistan'ın Makedonya ve Trakya kesimlerinde de Gagavuzlar yaşamaktadırlar. Türk-Yunan nüfus mübadelesinde Müslüman olmadıkarı için Mübadele bölgelerinde yaşayan Gagavuzlar mübadeleye dahil edilmemişlerdir. Mübadele sınırları dışında bulunan Gagavuzlar ise (Batı Trakya özellikle Edirne iline sınır köyler) gene Müslüman olmadıkları için Lozan kapsamında azınlık haklarına kavuşamamışlardır bu sebeple Yunanistan yasalarında ortodoks-rum olarak görülmektedirler. Osmanlı döneminde, Osmanlı İmparatorluğu sınırı içerisinde yer alan Gagavuzların, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile birlikte de, Türkiye ile sıkı ilişkilerinin devam ettiği görülmüştür. Yeni kurulan Türkiye devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün Gagavuzların sorunlarını çözmek üzere, Cumhuriyetin ilk yıllarında, Türkiye'den görevliler gönderdiği de bilinmektedir. Bu yakın ilişkiler, günümüzde de, hem Gagauzeli Özerk Yönetimi ile ve hem de Gagavuzeli'nin içinde yer aldığı Moldova Cumhuriyeti ile devam etmektedir.

   Gökoğuz Derneği ise Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde bir öğrenci klubü olarak kurulmuş. Ardından hızla  büyüyerek uluslararası alanda faaliyet göstermeye başlamışlar. 2007 yılında derneğin Türkiye faaliyetleri bilinmeyen(!) nedenler ile askıya alınmış ve şu anda Kazakistan ve Kırgızistan da faal durumdalar. Türkiye de bulunan üyeleri ise deyim yerindeyse yer altına çekilmişler. 
 Dernek olarak ilk yapmak istedikleri bir soykırım anıtı olmuş. Başta Çanakkale de olmak üzere Türkiyenin belli şehirlerinde Türklere yapılan katliamlar dolayısıyla soykırım anıtları ve müzeleri açmak istemişler. Tahmin edersiniz ki Türkiye de bunu yapmak istemek biraz risk getirir ve bu istekten sonra bir çok dernek üyesi terörist olmakla suçlanıp yargılanmışlar.
  Şu an son edinilen bilgiye göre ise Gökoğuz Derneği TİB(Türk İntikam Birliği) ile çalışmaktadır. Tabi böyle bir birliğin varlığı henüz kanıtlanamadı. 
Devamı gelecek...

19 Ocak 2014 Pazar

Uğur MUMCU - MOSSAD ve Barzani

MOSSAD ve Barzani 

Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor. 
Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir. 
MOSSAD, İsrail’in gizli istihbarat örgütüdür. 
Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı? 

Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. 
Kimse bu ilişkiye, “Hayır olmadı” diyemiyor. 
CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu. 
MOSSAD’ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydney’de yayınlanan “Israel’s Secret Wars-A History of Israel’s Intelligence Services” adlı kitapta sergileniyor. 
Kitap, İngiliz The Guardian gazetesinde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan Ian Black ve Washington’daki Brooking Enstitüsü‘nde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmış. 
Kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor. 
Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor. 

* * * 

Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, MOSSAD’ın Kürtlerle ilişki kurduğu (sh.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykel’in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak’tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor. 

1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor. 1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşması’ndan sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor; bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından “Kürdistan Demokratik Partisi”ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor. 

Barzani’nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor. Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor. 

MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail’in Tahran’daki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor. 

Nimrodi’nin üstlendiği görev ilginç: 
Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani’nin eline geçmesinde rol oynuyor. (sh. 328-329) 
Kitapta, MOSSAD’dan Kürtler’e 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (sh.328) 

* * * 

70’li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu? 
Kitaba göre sürüyor. 
“Körfez Savaşı” sırasında Irak’ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv’e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı. (sh.521) 
Baba Molla Mustafa Barzani ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor. 
MOSSAD, Barzani’ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor. 
Kitapta, Mesud Barzani’nin İsrail’e gizlice giderek yardım istediği yazılıyor. 
Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek... 
Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek... 
İlgi belli... 
İlişki de belli... 
Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında? 
Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi? 

Uğur MUMCU, ( Cumhuriyet, 7 Ocak 1993)

22 Aralık 2013 Pazar

40 yöntem

 Kısa süre önce çok saygıdeğer hocamız Emre Dorman'ın Dini konularda kendini kandırmanın 40 yolu adlı kitabını okudum. Sayın hocamı bu yapıtından dolayı tebrik ederim. Akılda kalan bazı noktalara burada değinmek istiyorum.
 Çok haklı olarak insanın nankörlüğünden bahseder kitabında. Kişiler Allah'a inanır fakat o yokmuş gibi yaşarlar çoğu. Doğru söze ne hacet.
 İlk kendini kandırma yöntemi "Benim kalbim temiz" bu cümle ile kendimizi çok güzel kandırırız aslında. ancak Âl-i İmran Suresi 119. ayet "“Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir." Demek oluyor ki gönüllerin özünü ve gerçek niyetleri ancak Allah bilir.
 İkinci sırada  "Dinlerin özü iyiliktir" cümlesini ele almış sayın hocamız. Açıklamaya gerek yok..
 Sonra gelen " İleride nasıl olsa yaparım" bu bence de çok büyük bir bahane. Sanki ölümün yaşı varmış gibi düşünürüz. Nuh Suresi 4.ayet derki "Allah, günahlarınızı affetsin ve sizi belirli bir süreye kadar
ertelesin. Çünkü Allah’ın eceli geldiğinde ertelenmez. Bir bilebilseydiniz!" Yaşlandığımızda pişmanlık yaşayabiliriz. Genel kanıda böyledir zaten. Yaptıklarımızdan değil genellikle yapmadıklarımızdan pişmanlık duyarız.
 Bir diğeri "Nasıl olsa Allah affeder" bahanesi. Neleri yaparsam affedilirim ya da neleri yaparsam affedilmem gibi hesaplar yaparak iman edilmez. Peygamberler bile affedilmeyi dileyerek dua ediyorlarken hiç kimse nasılsa müslümanız Allah affeder demesin.  Hadid Suresi 14.ayet diyor ki: "O yaman aldatıcı, sizi Allah ile aldattı." Bence gayet açık ve anlaşılır. Şeytanın kandırma yöntemlerinden biride Allah'ın rahmeti.
 Değinmek istediğim bir diğeri "Nasıl olsa affedilmem artık" Yusuf Suresi 87.ayette :"Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; çünkü Allah'ın rahmetinden inkara sapanlar topluluğundan başkası ümit kesmez." Affedilmek için ümitli olmak gerek.
 Diğer kendini kandırma yöntemleri için çok saygıdeğer hocamızın kitabını okuyabilirsiniz kendi web sitesinden de edinilebilir.

17 Aralık 2013 Salı

"Geçmişi unutan, şimdiye dikkat etmeyen ve gelecekten korkanların hayatı, en kısa ve en huzursuz hayattır."

16 Aralık 2013 Pazartesi

bing bang


Felsefe tarihinin en önemli sorunlarının başında Tanrı’nın var olup olmadığı gelir. Buna müteakip maddenin ve evrenin ezeli olup oladığı meselesi gelir.
 Materyalist felsefeye göre yalnız madde gerçektir ve onun dışında hiçbir şey yoktur. Madde yaratılmamıştır, yok edilemez, kendiliğinden varlığını sürdürür, evrenin tek yapı taşıdır. Bu görüşe göre Tanrı yoktur ve dolayısıyla Tanrı fikirli inanç sistemleri de yanlıştır.
 Budizm ve bazı Hint felsefeleri de Tanrıyı red ederek maddeyi açıklamaya çalışır. İstisnai durumlar elbetteki vardır ancak burada amaç Budizmi açıklamak değil.
 Demokritos ve Epikuros günümüz materyalist görüşlerinin babası kabul edilirler. Ancak kitleleri ne denli etkiledikleri tartışılabilir. Bu yüzden materyalizminin en güçlü temsilcileri olarak Karl Marx ve Engels'i almak daha doğru olacaktır ne de olsa neredeyse dünyanın üçtebirini etkilemiş kişilerdir. Marx ve Engels felsefenin en temel sorununu şu şekilde ortaya koyarlar;

 1- Ya madde ve doğa öncedir, Tanrı yoktur.
 2- Ya da Tanrı öncedir, madde ve doğa Tanrı’nın eseridir.

 Onlara göre doğru olan 1. maddedir. Bu felsefenin en ünlü ideologları bilimi kutsamışlardır. Ancak Bing Bang deneyi ile bilim onların felsefesini ne denli yargılamıştır hep beraber bunu göreceğiz.

 Bing Bang teorisinin en önemli sonuçlarından biri de evrenin bir başlangıcı olduğuunu ortaya koymasıdır.Bunu destekleyen delillerden biriside Entropi'dir. Bu konuyu ayrı bir başlıkta ele alacağım fakat kısaca açıklamak yerinde oalcaktır.  Entropi Yasası’nı ilk olarak Hermann Von Helmhotz 1856’da keşfetti. Entropi Yasası, termodinamiğin ikinci yasası olarak da anılır. Bu yasa bize evrenin sonunun yaklaştığını hatırlatır. Ve fizik kuralları açısından da bu kaçınılmazdır.
 Örneğin bir odanın içinde sıcak su dolu bir kova bıraktığımızı düşünelim. Sıcak su kütlesindeki ısı enerjisi odaya yayılır, fakat hiçbir zaman için bu ısı akışı aksi yönde olmaz; bir kere ısı enerjisi odaya yayıldıktan sonra, bu ısı enerjisi dönüpte kovadaki suyu eski sıcaklığına getirmez. Kapalı bir sistemdeki enerji akışı tek yönlüdür ve bu akış tam bir denge noktasına ulaşıncaya kadar devam eder. Bu denge noktasına "termodinamik denge" adı verilir ve bu durumda entropi en yükek derecesine ulaşır. Tersine çevrilmesi mümkün değildir ve bu fiziki sürecin varlığı, evrenin de, tıpkı insanlarda olduğu gibi, asla geri dönüşü olmayan bir yaşlanma sürecine sahip olduğunu gösterir.

 Evrenin bir başlangıcı ve sonu olduğu fikri, bilimsel deliller temelinde detaylı olarak Big Bang teorisi ile ortaya koyulmuştur. Termodinamiğin kanunları (Entropi Yasası), daha önceden ortaya koyulmuştu, bunların bizi ulaştırdığı sonuç da görüldüğü gibi tamamen aynıdır. Sonuç olarak termodinamik kanunlar, astronomik gözlemler ve izafiyet teorisinin formülleri; evrenin başlangıcı ve sonu olduğu sonucunda birbirlerini desteklemektedirler.


"Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak gerçek üzere ve belirli bir süre için yarattık. "
                                                                                                           Ahkaf  3

Big Bang, evrenin asli, ezeli ve ebedi olduğuna dair materyalist görüşün yanlışlığını göstermiştir. 

konunun devamı gelecektir...




.





21 Kasım 2013 Perşembe

ABD Atatürk'e Niçin Karşı?

Önceki yazımda bazı somut bilgiler vardı.

ABD'li bazı "servis"lerin, Türkiye'ye yönelik çabaları ile ilgili bilgilerdi bunlar. Atatürk'ü ve Kemalizm'i yıkmak için gösterilen çabalar yanyana geldiğinde, ortaya yadsınamayacak bir tablo çıkıyordu. Ama bu tabloya eklenecek, birkaç fırça darbesi daha kalmıştı.

Varan bir:

"CIA İstasyon Şefi" Paul Henze, 1993 yılında bir rapor hazırlıyor; ama "yeni dünya düzeni" ile birlikte gerekliliği de kalmamıştır. "Klasik Atatürkçülük" ölmüştür... Aydınların imam hatip okulları konusundaki endişeleri yersizdir. İran ve Arap parası ile desteklenen köktendincilik, Türkiye için ciddi bir tehlike değildir...

Atatürk'e "deccal" diyen Said - i Nursi ve Nurcular ilericidir... Nakşibendiler geriye dönük değillerdir; Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile bağlantıyı sağlayabilirler...

Varan iki:

Samuel Huntington gibi "bazı" ABD'li yazarlar, Kemalizme karşı "ılımlı İslam"a sahip çıkıyorlar. Türkiye'nin batı ile bütünleşmesini istemiyorlar. Türkiye'nin "yeni dünya düzeni" içindeki yerinin "ılımlı İslam" olması gerektiğini düşünüyorlar. Batının çıkarının bunu gerektirdiğini savunuyorlar...

Varan üç:

CIA Türkiye ve Ortadoğu masa şeflerinden Graham Fuller de, üç yıl önce bir Türkiye raporu hazırlıyor... Ve özellikle "Kürt sorunu"na elatıyor:

Irak'ın "üniter" yapısını koruması ABD çıkarlarına uygun değildir. Türkiye Kürtlere özerklik verirse, Kuzey Irak'taki Kürtlerle bir bütünleşme gerçekleşebilir. En kötü şey, Türkiye'nin Irak'a yakınlaşmasıdır.

Şimdi gelelim sorunun yanıtına: ABD "servis"leri Atatürk'e niçin düşman?

Bunun dört temel nedeni var.

Birincisi...

Laik - demokratik Kemalist model, "ihraç" etmeye elverişli değildir. Türkiye'nin toplumsal kültürel altyapısına sahip bulunmayan İslam ülkeleri bu modeli uygulayamazlar. "Ilımlı İslam" ile bütünleşmiş, yarı çağdaş bir Türkiye, ABD çıkarlarına daha uygundur!

Üstelik, petrol zengini Ortadoğu ülkelerindeki çağdışı rejimlerin varlığını koruması açısından, Kemalist model tehlikeli bir örnektir. Bu rejimlerin varlığı, Amerikan çıkarlarının güvencesindedir!

İkincisi...

Kemalizmin temelinde ulusal birlik ve tam bağımsızlık ilkeleri vardır. Bu ise, ABD'nin ve genel olarak batının çıkarlarına terstir. Türkiye ne yıkılmalı, ama ne de bağımsız hareket edebilecek kadar güçlenmelidir. Türkiye Ortadoğuda büyük bir güç olmamalıdır!

Üçüncüsü...

Türkiye'nin Kürtlere özerklik vermesi giderek federasyonu peşinden getirir. Bir adım sonrası ise, komşu devletlerin de parçalanması ile, "bağımsız" bir Kürt devletinin oluşturulmasıdır. Her zaman ABD'ye muhtaç böyle bir devlet... Amerikan çıkarları için en iyi çözümdür. Ama bu formülün uygulanabilmesi için ilk koşul, Türkiye'de Atatürk'ün ve ilkelerinin yıkılmasıdır!

Dördüncüsü...

Yeni dünya düzeninde, uluslararası sermayenin karşısında kalan tek engel "ulusal devlet"tir. Türkiye'de Atatürk yıkılmadan ulusal devletin yıkılamayacağı ise bir gerçektir!

1994 Arallığında, Yeni Demokrasi Hareketi kurulurken çıkan bir yazım şöyle noktalanıyordu:

"Özal - 12 Eylül sayesinde - boşaltılmış bir meydanda işe başlamıştı... 'Dört eğilimi' birleştirip, ABD'nin çizdiği yolda kararlılıkla yürüdü. Ama bugün artık ne dünya o günün dünyası, ne de Türkiye o günün Türkiyesi... Özal öldü, yaşasın Boyner!.. Doğru isim, yanlış zaman... Ve tarihi, isimler değil 'zaman'lar belirler!.."

Suç, bir buçuk yılda tükenen Boyner'de değil, "zaman"da!

Ve zamanlar hep Atatürk'ü haklı çıkarıyor!


Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI

Suriye

 Zamanında sırf Nato'ya üye olabilmek için Kore'ye yollanan Türk Askeri şimdi de Suriye içlerine yollanmak isteniyor. 2010 yılında Esad kardeşim diyenler şimdi defol git zalim seni tanımıyoruz diyorlar.3 yılda değişen ne oldu?
  11 Mayıs 2013 tarihinde Hatayda patlayan bomba meselesi belki de bizi savaşa çekebilmek için atılmış olan en büyük adım. Kim suçlandı? Suriye, Esad. Adam zaten kendi içinde Özgür Suriye Ordusu ismi verilmiş olan teröristlerle uğraşıyor ayrıca İsrail ve diğer emperyalist devletlerde cabası. Hiç derdi yokmuş gibi birde Türkiyenin "barışçı" çözüm sürecini baltalamak istedi ve Hatay'a saldırı düzenledi. Komik!

  Yani Mossadla beraber çalışan bu özgür Suriye Ordusunun bu işte parmağı yok öyle mi? 

12 Ekim 2013 Cumartesi

4 adımda demokrasi


  1. Petrol sahibi Arap ülkelerine, derdi tasası bitmeyen diktatörler yerine daha uysal kuklalar atanmalı.
  2. Sivil toplum kuruluşlarıyla bu ülkelerin halklarını içerden, gizlice örgütle. Gerekirse büyük paralar yağdır oralara, meyvesini sonra toplayacaksın nasılsa.
  3. Halk devirsin bu liderleri, sen de NATO ile gerekli müdahaleleri yap, demokrasi getir bu topraklara. İnsanlar da devrim yaptık diye sevinsinler, iki halay çeksinler, bi bok başardıklarını sansınlar.
  4. Devrilen diktatörlerin yerine, "seçimle" kendi adamlarını yerleştir. Ülkenin sahibi ol.

5 Ekim 2013 Cumartesi

"Hepsi de alçalmış bakışlarla mezarlarından çıkarlar. Tıpkı yayılan çekirgeler gibi. " KAMER 7


 Milyarlarca insanın topluca dirilişi ne kadar da müthiş bir sahnedir! Şaşkınlık… Pişmanlık… Korku… Herkes yalnız başına… Bir tek Allah’ın yardımının faydalı olabileceği bir gün… Dünya’da çok itibar edilen mevkilerin, ailelerin, paraların, mülklerin fayda etmediği bir gün… Geriye dönüşün olmadığı bir gün…

İşte o gün insanların mezarlarından çıkışı çekirgelere benzetilir. Peki neden çekirgelere? Allah neden bu örneği seçmiştir? Son yüzyılda haşereler üzerinde mikro kameralar ve sistemli gözlemle yapılan araştırmalar bize neden çekirgelerin örnek olarak gösterildiğini açıklamaktadır. Herşeyden önce çekirge sürüleri çok kalabalıktır. Milyarlarca çekirge bir araya gelerek kilometrelerce uzunluk ve genişlikteki kapkara bir yağmur bulutunu andırırlar. Bu sürülerin bazılarının 3-5 kilometre genişliğinde ve metrelerce derinlikte olduğu tespit edilmiştir.
Ayrıca çekirgeler yumurtalarını toprağın içine tohum gibi yerleştirirler ve çekirge larvaları uzun bir müddet toprağın altında kaldıktan sonra yeryüzüne çıkarlar. Nereden çıkarlar? Toprağın altından…
Şimdi örnek olarak Amerika’nın New England bölgesinde yaşayan çekirgeleri inceleyelim. Bu çekirgeler 17 yaşına bastıkları yılın Mayıs ayında, uzun yıllardan beri yaşadıkları yer altındaki karanlık yarıklardan toprak üzerine çıkarlar. Eğer insanlara “Sizi karanlık bir yere kapatacağız ve saatiniz olmadan, dış dünyayla bağlantınız olmadan 17 gün sonra hep beraber dışarı çıkacaksınız” deseniz, emin olun birçok insan 17 günlük süreyi bile doğru tahmin edemez. Dünya’dayken maddi bedeni mezara konmuş insanların, ahirette topluca yaratılmalarına bundan güzel örnek olur mu? Kısacası çekirgeler ve insanlar benzer şekilde
- Toprağın altında
- Uzun bir müddet kaldıktan sonra
- Topluca
- Çok kalabalık olarak
- Yeryüzüne çıkarlar
Kuran’da öğüt almamız için örnekler verilir. Bu örnekler üzerine düşünmemiz, hem Allah’ın verdiği örneklerin güzelliğini, hem de bu örneklerle kastedilen anlamları anlamamızı sağlayacaktır.

"İşte bunlar bizim insanlara verdiğimiz örneklerdir. Ancak bilgi sahiplerinden başkası bunlara akıl erdirmez." ANKEBUT 43



To begin with, swarms of locusts, billions of them together, give the impression of a vast rain cloud without end, a black mass stretching far and wide many kilometers! Locusts bury their eggs in the earth and their larvae spend some time under the ground before they eventually emerge to the surface.
Take for instance the locusts, part of the fauna of New England, USA; in the month of May of the year in which they attain their 17th year, these insects emerge from under the ground where they have been living for years and years. Suppose, you tell a man: “We’ll shut you up in a dark cell without a wristwatch and you’ll have no contact whatsoever with the outside world and you’ll be released at the end of the 17th day.” it is very doubtful that he will be able to know exactly the time when he will be let out. There is a similarity between the rebirth of locusts and man’s resurrection.
-After a long time
-Under the ground
-Altogether
-Densely crowded
-They rise to the surface of the earth
The parables and metaphors in the Quran are many. These figures of speech are to help us to understand better the meanings of the verses.




“Me sy të përulur do të dalin nga varret, sikur të ishin karkaleca të shpërndarë.” (El-Kamer, 7)
Në kapitujt e mëparshëm u përpoqëm që të transmetojmë tregime të çuditshme nga Kurani të cilat flasin për procesin që nga formimi i gjithësisë pas Shpërthimit të Madh e deri në ditën e kiametit, gjegjësisht deri në fund të Tokës e gjithësisë dhe mendimet te të cilat na çojnë këto ajete. Sa i përket këtij kapitulli të fundit të pjesës së parë të librit, në të do ta analizojmë krahasimin e përkryer të ajetit të cituar i cili e shpjegon ahiretin që fillon pas fundit të botës, pastaj do të flasim për mendimet të cilat i nxit Kurani në kontekstin e ekzistimit të ahiretit.
Në ajetin e cituar, jobesimtarëve u tërhiqet vërejtja se do të ringjallen në ahiret, ndërsa në ajetin në vijim thuhet se ajo ditë do të jetë shumë e rëndë për jobesimtarët. Ringjallja e miliarda njerëzve përnjëherë është një skenë e tmerrshme! Konfuzitet… Pendim… Frikë… Të gjithë të vetmuar… Dita në të cilën mund të bëjë dobi vetëm ndihma e Allahut… Dita në të cilën nuk do të bëjë dobi pozita, që është shumë e respektuar në këtë dynja, familja, paratë, pasuria… Dita kur nuk ka më kthim…
Dalja e njerëzve prej varreve atë ditë krahasohet me karkalecat. Përse karkalecat? Përse Allahu i Lartësuar e ka zgjedhur këtë shembull?
Hulumtimet që janë kryer në shekullin e fundit me mikro kamera dhe me kontrollimin sistematik të insekteve, na japin përgjigje në pyetjen se përse janë sjellë si shembull karkalecat. Para së gjithash, grumbulli i karkalecave është shumë i madh në numër. Grumbullimi i miliarda karkalecave na e përkujton një vranësirë të zezë me gjatësi dhe me gjerësi me kilometra. Është konstatuar se disa prej këtyre grumbujve dinë të jenë të gjerë edhe nga 35 kilometra.
Përveç kësaj, karkalecat i bëjnë në tokë në formë të farave, ndërsa larvat e karkalecave dalin në sipërfaqe të tokës pasi të kalojnë një pjesë të gjatë të kohës nën tokë. Prej nga dalin? Dalin nga toka…
Të marrim shembull karkalecat që jetojnë në Amerikë, në rajonin New England. Në muajin maj, kur të hyjnë në vitin e 17 të jetës, këta karkaleca prej plasave të errëta nën tokë në të cilat kanë jetuar gjatë vite, dalin në sipërfaqe. Sikur t’u thuhet njerëzve: “Do t’ju mbyllim në një hapësirë të errët, do të jeni pa orë dhe pa kontakt me botën e jashtme dhe të gjithë bashkërisht pas 17 viteve duhet të dilni përjashta.” Të jeni të sigurt se shumica e tyre nuk do të arrinin të përcaktonin saktë as periudhën prej 17 ditëve. A mund të kenë njerëzit shembull më të mirë të ringjalljes, trupat e të cilëve në fund të jetës së kësaj bote janë shtrirë nën tokë? Shkurt, njerëzit dhe karkalecat janë në mënyrë të njëjtë: nën tokë dhe pasi që të qëndrojnë një kohë të gjatë nën tokë, bashkërisht dhe përnjëherë dalin në sipërfaqe.
Në Kuran përmenden shembuj me qëllim që të marrim mësim. Duke menduar për ajetet e lartpërmendura, do ta kuptojmë bukurinë e shembullit të cilin e përmend Allahu i Lartësuar, por do t’i kuptojmë edhe porositë që na jepen me anë të ajeteve.
“Këta shembuj Ne ua paraqesim njerëzve, por ata nuk i kupton kush, përveç dijetarëve.” (El-Ankebut, 43)


25 Eylül 2013 Çarşamba






Va'fü annâ vağfir lenâ verhamnâ ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfiriyn. 



İNSANLARIN ÇOĞU YANILGIDADIR

Ayetlerde şöyle geçer;

"Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar."  Enam 116



"Doğru dinin İslam olduğunu insanların çoğu bilmez."  Rum 30



"İnsanların çoğu kâfirdir."  Nahl 83



"Doğru ve sabit din budur, fakat insanların çoğu bilmezler."  Yusuf 40


Dünyada yaklaşık 7 milyar insanın yaşadığını ele alırsak bunların Hristiyan, İslam, Musevi, Hinduist, Budist ya da herhangi bir inancı olmayanlar olduklarını söyleyebiliriz. 

2.4 milyar Hristiyan, 1.65 milyar Müslüman, 15 milyon kadar Yahudi ve 1 milyar kadar da diğer din mensupları ve inançsızlar bulunmaktadır.

Din insan hayatına yön veren en büyük unsurdur. 





7 Ağustos 2013 Çarşamba

Va'fü annâ vağfir lenâ verhamnâ ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfiriyn. 

5 Ağustos 2013 Pazartesi

el-kaide= el-nusra

 Mahmud Ahmedinejad bir keresinde şöyle bir konuşma yapmıştı;

“Bir avuç aptalı bulmuşlar, onlara ‘bu düğmeye basarsan yüzlerce perinin koynuna düşeceksin, peygamberle birlikte namaz kılacaksın’ diyorlar. Kadınların ve çocukların başını kesen, şehirleri ve köyleri yıkan bu gruplar, aslında Siyonistler ve sadece görünümleri Müslüman’dır. Bunlar sadece Müslümanları öldürür”


Aslında bu konuda çok geniş bir yazı yazılabilir ancak yazmamayı tercih ettim. Şu kısacık alıntıyı okuyabilen varsa anlayacaktır gerisini zaten. Geçmişi iyice bir araştırın ki geleceğe dair yorumlarınız olabilsin. 

KAİKEN

Sürekli islami aydınlanmadan sonra arada bir kitap eleştiriside yapmak fena olmayacak sanırım. Kaiken ile başlayalım dedim. zaten önceki sayfalarda tanıtımını yapmıştım kitabın.

Kitabın ilk bölümünün ismi KORMAK. Gerçektende Grange korkuyu iyi yazıyor bizlerde iyi korkuyoruz:)  Katil kitabın başından belli ama o ayrıntı bir olayın katili. Esas merak ettiğiniz Kaiken nedir? nerede ne zaman ne işe yarayacak?

Grange nasıl bu kadar iyi yazabiliyor bu hayal gücü nereden geliyor böyle.

Jean-Christophe Grangé  kimdir :


Fransız yazar Jean-Christophe Grangé 15 Temmuz 1961’de Paris’te doğdu. Serbest gazeteci olarak çeşitli haber ajansları ve gazeteler için çalıştı.

Leyleklerin Uçuşu adlı ilk romanı 1994'te yayımlandı. Bu kitap Fransa'da 450.000 adet sattı ve sekiz bölümlük bir TV dizisi haline getirildi. 

Yazarın ikinci eseri Türkiye baskısını Şubat 2001'de yapan ve 20 dile çevrilen Kızıl Nehirler'di. Roman beyazperdeye taşındığında yönetmen koltuğunda Mathieu Kassovitz, başrollerde ise Jean Reno ve Vincent Cassel yer aldı. 

Grangé'ın üçüncü romanı Taş Meclisi, Eylül 2000'de piyasaya çıktı ve Fransa'da kısa sürede 150.000 adet sattı. Türkiye'de Ağustos 2001'de yayımlandı. 2006 yılındaStéphane Cabel ve Guillaume Nicloux tarafından senaryolaştırılan kitap, Guillaume Nicloux yönetiminde sinemaya uyarlandı. Filmin oyuncu kadrosunda Monica Bellucci,Catherine Deneuve, Moritz Bleibtreu, Sami Bouajila, Elsa Zylberstein, Nicolas Thau, Tubtchine Bayaertu, Laurent Grévill gibi güçlü isimler yer aldı. 

2001 yılında vizyonda yer bulan Vidocq filminin senaryosunu Pitof ile birlikte yazdı. 

2003 yılında Kurtlar İmparatorluğu'nu yayımladı. Eser 2005 yılında Chris Nohan'ın yönetmenliğinde beyazperdeye aktarıldı. Kurtlar İmparatorluğu'nda Jean Reno'nun yanı sıra Emre Kınay da yer aldı. Kitabın Türkiye baskısı Temmuz 2003'te yapıldı. 

Grangé'ın bir yıl gibi kısa bir sürede kaleme aldığı Siyah Kan ise Mayıs 2005'te yaptığı ilk baskısı ile raflardaki yerini aldı. 

Yazarın 2007 yılında yayımlanan eseri Şeytan Yemini Türkiye'de ilk baskısını Ağustos 2007'de yaptı. 

Sonraki kitabı Koloni, Ağustos 2009'da Türkiye'de satışa çıktı. 

Bir sonraki kitabı Ölü Ruhlar Ormanı, 2010 yılında Türk okuyucularıyla buluştu. 

Yazarın bir sonraki kitabı 2011 yılında çıkan ve Türkiye'de 2012 yazında satışa çıkan Le Passager(Yolcu)oldu. ülkemizde SİSLE GELEN YOLCU olarak piyasaya sürüldü. 

Son kitabı olan KAİKEN ise 2013 yılında Tankut Gökçe çevirisi ile raflarda ki yerini aldı. Bir çok olumsuz yorum getirilmiş olmasına rağmen bence gayet başarılı bir çalışma olmuş. Kitap sizi içine çekmesini çok iyi biliyor.

2 Ağustos 2013 Cuma

HADİSLER YALANDIR

"Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık."
Enam Suresi 38


"Bile bile gerçekle yalanı karıştırmayın."
Bakara suresi 42


"Onların çoğu zandan başka bir şeyin ardınca gitmiyor. Doğrusu da şu ki zan, gerçek namına bir şey ifade etmez."
Yunus suresi 36





Halife Mehdi zamanında boynu vurulmak üzere yakalanan ünlü dinsiz Abdülkerim bin Ebil Avca öldürülmeden önce şu dehşetli açıklamayı yapar: “Siz beni öldürüyorsunuz ama ben dininizde helali haram, haramı helal yapan 4000 hadis uydurdum.” 6000 küsür Kuran ayeti olduğunu düşünürsek, sırf bir kişinin 4000 hadis uydurmuş olmasının açacağı dehşetli tahribi anlayabiliriz. Ahmed bin el Cuveybari, Muhammed bin Ukeşa ve Muhammed bin Temim’in de Hz. Peygamber hakkında 10.000’den fazla hadis uydurdukları söylenir [İbni Hacer, Lisanu’l Mizan]. Zehebi, Ahmed bin Abdullah’ın binlerce hadisi, hadis imamlarına dayandırarak uydurduğunu, Enes bin Malik’in hizmetçisi olduğunu iddia eden Dinar Ebu Mikyes’in de Enes bin Malik’ten duyduğunu söylediği uydurmalarla dolu bir sayfayı naklettiğini anlatır (Zehebi, Mizan). Hadisçilerin kitapları, dini bozmak için kasıtlı yapılan uydurmaların itiraflarıyla doludur. Bu uydurmaların varlığı bellidir. Ama bu uydurmaların bugün meşhur olan hadis kitaplarına karışmadığı neye dayanarak garanti edilebilir? Kuran’da söz edilen, Peygamber yaşarken var olan münafıkları ve bundan sonra iki yüz yıl boyunca çıkan münafıkları, kim nasıl teşhis etmiştir de onların uydurduğu hadislerden kitaplarını korumuştur?



Halili’nin Er İrşad adlı çalışmasında, Şiilerin Hz. Ali hakkında 300.000 hadis uydurduğu ve Hz. Ali’nin sözlerini nasıl saptırdıkları anlatılır. Bu sayı, Kuran’daki ayet sayısının 50 katı kadardır. Şiilikten ayrılan bir kimse Şiileri kastederek “Allah onların canını alsın, nice hadisleri değiştirdiler” demiştir (Müslim, Sahihi Müslim).
Siyasi ayrılıklardan kaynaklanan bir uydurma söz konusudur burada.

Neden yalan hadisler yazıldı :

- DİNİ BOZMAK İÇİN (kötü heryerde her zamanda kötüdür)
 SİYASİ AYRILIKLAR YÜZÜNDEN
DİNİ EKSİK ZANNEDİP, KENDİNCE DİNİ KURTARANLARIN UYDURMALARI (zavallılar)
 SEVDİRMEK İÇİN UYDURMALAR (daha çok kendini aşırı dindar sananlar)
MEZHEPLERİNİ, FİKİRLERİNİ DOĞRU ÇIKARMAK İÇİN UYDURANLAR
- ZORLAMA ALTINDA
 MADDİ ÇIKAR SAĞLAMAK
MANEVİ ÇIKAR SAĞLAMAK
 GELENEK VE GÖRENEKLERİ DİNSELLEŞTİRMEK İÇİN